8 Eylül 2008 Pazartesi

İspanya kısa, kısa, çok kısa...


24-31 Ağustos 2008 tarihleri arasında İber Yarımadası’ndaki İspanya’nın Madrid ve Barselona şehirlerinde idim. Bu İspanya’ya ilk gidişimdi ve Akdeniz’in bu sıcak ülkesine gitmeyi uzun zamandır istiyordum.
İspanya bazı noktalarda beni hayalkırıklığına uğratmış olsa da bütünü itibariyle hayallerimde canlandırdığım gibiydi.
Ağustos ayının en sıcak zamanlarında oradaydık ve ülke genelinde Ağustos tatil ayı idi. Uluslararası markalar ve turistik bölgelerdeki mağazalar hariç yerel esnaf tüm ay boyunca kepenk indirip tatile gidiyordu.
Ne de olsa başkent Madrid 6, İspanya’nın İstanbul’u olan Barselona ise 5 mio nüfusa sahip olmalarına rağmen $34,000’lık kişi başı ortalama gelir ile dünyanın 8., Avrupa’nın 5. en büyük ekonomisine sahipler.
İspanya otonom 17 bölgeye ayrılmış monarşi ile yönetilen bir ülke.
Bu bölgelerde yaşayan Bask, Katalan ve Kelt’lerden oluşan kültürler arasında ciddi farklılıklar bulunuyor.
En basiti başkent Madrid’liler İspanyol’lardan oluşup İspanyolca konuşurken özerk bölgelerden en büyüğü ve başkenti Barselona olan Katalunya’da halk kendilerine İspanyol denmesini reddediyor ve Katalanca konuşuluyor ki bu iki lisan arasındaki fark Türkçe ve Azerice gibi.
Ayrıca ülkede çok sayıda Küba, Brazilya, Arjantin ve diğer latin Amerika ülkelerinin vatandaşları yaşıyor.Yani anlayacağınız üzere karışık ama fıkır fıkır bir ülke.Boğa, dans ve tutkunun ülkesi olarak anılıyor.
8 günlük seyahatim boyunca Madrid, Barselona, Toledo ve Zaragoza şehirlerini görme fırsatım oldu.Madrid tam bir Ankara. En fazla 3. günde sıkılmaya başlıyorsunuz.
Gezilecek tek yer ilginiz varsa müzeler, Kraliyet Sarayı ve çok vasat olmakla birlikte parklar.
Toledo ve Zaragoza tarih kokan küçük ortaçağ şehirleri.
Barcelona’ya ise aşık oldum diyebilirim.
İnsanlar ve hayat bu şehirde çok rahat ve keyifli. Deniz olması şehre bambaşka bir hava katıyor, aynı zamanda %20 civarlarında nem. Tüm şehir içinde mayosu ile Vespa, bisiklet veya patenleri üzerinde yaşıyor.
Akşamüzeri denizden çıkıldıktan sonra sokak kafelerinde iğne atsanız yere düşmüyor; her taraf cıvıl cıvıl. Birçok Avrupa şehrinde olanın aksine insanlar hiç süslü değil, olabildiğince doğal ve bu doğallık karakterlerine öylesine yansımış ki; konuşmalar bağrış- çağrış, kahkahalar bol ve içten.
Madrid’de hiç ama hiç kimse tek kelime İngilizce bilmiyor.
Barselona biraz daha iyi: en azından ‘yes’, ‘no’yu anlıyorlar ama Katalanca cevap veriyorlar. Sıkı milliyetçi olmalarına rağmen Akdeniz sıcaklığı taşıdıklarından Katalanca ve el-kol eşliğinde dertlerini anlatıyorlar.
Yanınızda mutlaka İspanyolca dil kartlarından bulundurmanızı tavsiye ederim. Ben bu sayede 1 hafta daha kalsaydım bu dili kesin sökmüştüm :-)
Hayal kırıklığına uğradığım konulara değinecek olursam da, bu; İspanyol mutfağı.
En meşhur yemekleri deniz ürünlü Paella(bir nevi pilav), Tapas(küçük mezeler) ve Gazzpachio’ları(soğuk çorba)Ben her 3’ünü de lezzetli bulduğumu ve sevdiğimi söyleyemem. Bizim mutfağımızın eline su dökemezler.
Hala gitmediyseniz özellikle Barselona’yı şiddetle tavsiye ederim ama benim gibi kısa sürede 'homesick' olanlardansanız 7 günü geçirmeyin derim. :-)
Ola Espania!

Yazı Tarihi: 05 Eylül 2008