29 Eylül 2008 Pazartesi

Beş ve bir sene öncesi bu akşam



5 sene önce bugün aslında 23 Kasım’dı.
Geçen sene bugün ise 28 Eylül bir Cumartesi’ye denk düşmüştü.
İkisi de duygularımın, içgüdülerimin, sezgilerimin ve sevgilerim doruğa çıktığı günlerdi.

2003 senesinin 20 Kasım’ında HSBC’nin İstanbul Levent’teki Genel Müdürlüğü’ne hain bir terör saldırısı düzenlendiğinde ben 20 günlük HSBC çalışanı idim.

Önceleri farklı bir şirket olan fakat sonraları HSBC tarafından satın alınarak banka bünyesine katılan iş dalım Levent’teki Genel Müdürlük binasına taşınmak üzere gün sayıyordu. Evraklar kolilenmiş, personel Genel Müdürlük binasına yerleşmek üzere bekleyişe geçmişti.
20 günlük HSBC’li olan ben işe başlamamdan birkaç gün önce doğumgünümü kutlamak üzere İstanbul’a gelen anne babama çalışacağım bina olarak Levent’in tam göbeğindeki bu mavi camlı, banyoları mermer kaplı binayı çoktan göstermiştim bile.
Onlarca masum insanın ölümüne ve yaralanmasına sebep olan bombalı terör saldırısı gerçekleştikten birkaç saniye sonra patlamanın haberini Maslak’taki binamızda almıştık. Olayın vehametini henüz bilmediğimiz ve idrak edemediğimiz için haberden hemen sonra ben çalışmaya devam etmiştim. Birkaç dakika içinde ofiste bir panik havası oluşmuş ve iş arkadaşlarım yakınlarını arayarak iyi olduklarını bildirmeye başlamışlardı.
Haber almak üzere ofisteki televizyonu açar açmaz verilen canlı yayın olayın trajedisini ve önemini kavramamıza yetmiş hatta umduğumzdan çok daha büyük birşeyle karşılaştığımız için korku içinde donmamıza sebep olmuştu.
Patlama olan binada arkadaşları, tanıdıkları olanlar gözyaşlarına ve ağıtlara engel olamıyordu.
Genelde soğukkanlı olmama rağmen gördüklerim, duyduklarım ve yaşadıklarım karşısında ben de tedirgin olmaya başlamıştım.

Sürekli dolu olmasına özen gösterdiğim cep telefonumun şarjı aksi gibi çok azalmış ve telefon hatları kitlenmeye başlamıştı ki Ankara’daki yengem arayarak beni merak ettiklerini, iyi olup olmadığımı sordu. Patlamanın bizim binada olmadığını ve anne-babama iyi olduğumu iletmesini söylememi takiben de tüm iletişim hatları kesilmişti.
Tüm ekip acil durum aksiyonu alarak hemen binayı terkederek kapı önündeki boşluk alanda toplandık. Birkaç kişi; birarada hareket etmemizi, diğer birkaç kişi de toplu halde kalarak hedef oluşturduğumuzu, acilen ayrılarak evlere dağılmamız gerektiğini söylüyordu.
Evlere dağılalım dağılmasına da Maslak- Levent arası tüm yollar araç trafiğine kapanmıştı. Anadolu yakasında oturanlar için eve gitmenin tek yolu İstinye üzerinden sahile inerek deniz yolu ile karşıya geçmek olacaktı.
Maslak- Levent gidişindeki yolun kapalı olması gibi Levent-Maslak geliş yönü de araç trafiğine kapalı olduğundan uzun süre 10-15 kişi olan bizi sahile götürecek bir ulaşım aracı bulamamıştık.
Sanırım yaklaşık 45 dakika kadar sonra gelen boş bir dolmuşa doluşarak soluğu Yeniköy sahilinde aldık.
Buradan Üsküdar’a kalkan motor da yaklaşık bi 45 dakika kadar bekledikten sonra bir 20 Kasım gününde, İstanbul Boğazı’nda dalgalar eşliğinde, sallana sallana, bata-çıka Üsküdar’a varabilmişti.
Ben yengeme haber vermiş olduğumdan içim nispeten rahat olsa da hem şarjımın bitmesi hem de zaten tüm hatların ulaşılamaz olması sebebiyle anne-babamla konuşamamış olmanın huzursuzluğu içerisindeydim.
Deniz ortasında biryerlerde kalan son şarjımda telefonumun çaldığını duydum. Arayan babamdı. Çoğunlukla soğukkanlı olan babamı ömrümde ilk kez bu ses tonunda duymuştum.
Sesindeki endişe ve üzüntü aramızda 450 km ve bir de İstanbul boğazı olmasına rağmen tam içime işlemişti. Beni bu kadar merak etmiş olabileceğini tahmin etmezdim. O ana kadar aklımda sabah televizyonda gördüğüm görüntülerin üzüntüsü varken bir de babamın o sesi sebebiyle kalbimin acısını çok net olarak hissedebilmiştim.
Onunla sadece birkaç saniye konuşabildikten sonra hatlar tekrar kesilmişti. Bu konuşmanın üzerinden ancak bir iki saat sonra evime varabildiğimde ilk iş babamı aradım.
Endişesi, belki de hayatında ilk kez apaçık belli ettiği korkusu, yanımda olamamasının verdiği çaresizlik hepsi telefonun ucundan içime sızabiliyordu.
Karşımdaki televizyonda izlediğim dehşet dolu görüntüler ve aynı görüntülere bakarak durumu yorumlamaya çalıştığımız canım babamın sesi karşısında gözyaşlarımın yanaklarımın süzülmesine söz geçirememiştim.
İçimi limitsiz bir korku, bir isyan, bir yanlızlık duygusu kaplamıştı.
O gün 20 Kasım Çarşamba idi, Ramazan ayı.
5 gün sonra Şeker Bayramı gelecekti.
Yani 25 Kasım Salı Bayramın 1. günü, 24 Kasım Pzt Arife günü olacaktı.
Bu vahim patlamanın ertesi gün HSBC Türkiye, İstanbul merkez bina ve tüm şubeleri ile birlikte çalışmaya devam edeceğini açıklamıştı.
Ben de her zamankinden daha çok işe gitme isteği ile görevimin başına gitmiştim, anne-babamın gönlü buna hiç razı gelmese de...
Zaten Prş-Cuma ve takip eden Pazartesi yani Arife günü yarım gün daha çalışacak ve Arife iş çıkışı Ankara’ya gidecektim.
Her sene olduğu gibi, her bayram olduğu gibi...
Ve yine her Ankara’ya gittiğimde olduğu gibi babam beni karşılayacaktı.
En son Pazar akşam konuşmuştuk; kaçta Ankara’da olacağımı ona söylemiştim ve o da her zamanki gibi beni karşılayacağını...
5 sene önceki bugün gibi Arife gününden 1 gün önce Pazar’a denk geliyordu ve o Pazar içimdeki huzursuz ruh benim canımı okuyordu.
Bayram tatili olması sebebiyle tüm arkadaşlarım bir yerlere gitmişlerdi ve ben evde sıkıntıdan patlamak üzereydim.
Ne bir şey okuyabiliyor, ne TV seyredebiliyor, ne de herhangi birşeyle ilgilenebiliyordum.
Sıkıntım her geçen saniye artıyor, duvarlar üstüme üstüme geliyor, boğulacak gibi oluyordum.
Tipik Pazar akşamı sendromu diye büyütmemeye çalışıyordum ama bu sefer hiçbir avuntu fayda etmiyordu.
Bir offf çeksem dağlar, duvarlar delinecek kadar kederliydim.
Bu dünya üzerinde ne arayabileceğim biri, ne de içimi ferahlatabilecek hiçbirşey yokmuş gibi hissediyordum.
Çok sonradan anlayacaktım ki bu hayatımın en kötü gecesi duygularımın, içgüdülerimin, sezgilerimin ve sevgilerim doruğa çıktığı gece olacaktı.
Birini kalbinde hissetmenin, farklı boyutlarda ama aynı yaşanmışlığı tecrübe etmenin onu çok sevmekten geçtiğini çok sonraları anlayacaktım.
Sıkıntımın doruğa çıktı bir anda dışarıdan gelen bir silah sesiyle irkilerek yine bir magandanın kendi sevincinin bir masumun hayatına mal olacağını çırpıntıdan ağzımdan çıkacak olan kalbimle hissettim.
Ve yine çok sonradan hatırlayacaktım ki canım babamın bu hayata veda ettiği an tam da benim o sesi duyduğum saatlere denk gelecekti.
5 yıl önce, tıpkı bu akşam gibi soğuk ve yağmurlu bir Pazar akşamı, Arife gününden ve benim Ankara’ya gitmemden 1 gün önce...
5 sene önce bugün aslında 23 Kasım’dı...

Geçen sene bugün ise bir Cumartesi idi.
2007’nin 28 Eylül’ü bugüne tezat, sıcağı bol, güneşi çok, yazdan kalma bir gündü.
Sevgili yeğenimin doğumgününü güzel bir restoranda kutlamış, aile meclisi ve yakın dostlarla geçirilmiş güzel bir gecenin sonunda evime dönüyordum.
Semtime geldiğimde içimden gelen bir ses beni yolumdan çevirdi.
Hiç aklımda yokken, konunun üzerinde daha önce hiç düşünmemiş, planını yapmamışken içimdeki mutluluk beni o yola çekti.
Ve ben yine sonradan anlayacaktım ki o gece duygularımın, içgüdülerimin, sezgilerimin ve sevgilerim doruğa çıktığı 2.gece olacaktı.
NSL’m ile birlikte o gece vakti daha önce hiç gitmediğimiz ve neresi olduğunu bilmediğimiz bir yere doğru yol aldık. İçimdeki o doruk sanki benim GPRS’imdi. Ben birşey yapmıyordum, o beni götürüyordu tanımadığım sokaklarda. 3 dakika içerisinde ömrümde ilk kez bulunduğum bir yerdeydim ve biliyordum ki orası doğru yerdi.
Hiç tereddütsüz aşağı inip karşıma baktığımda aradığım ya da aramadığım ama olmak istediğim yerin tam önündeydim. 7 numara gözlerimin önünde bana bakıyordu.

Birini kalbinde hissetmenin, farklı mekanlarda ama aynı yaşanmışlığı tecrübe etmenin onu çok sevmekten geçtiğini çok sonraları anlayacaktım.

Birkez daha çok ve saf sevginin ruhumda yarattığı fırtınalar karşısında donakalacaktım.

Başka diyeceğim yok!

Not: Ayşe Arman'dan aynı güne dair bir yazı: http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=185210&yazarid=12


Yazı Tarihi: 28 Eylül 2008