26 Eylül 2008 Cuma

Hava koptu ya kelimeler?

2008 Eylül’ünün 26. gündeyiz. Saat 17:30 civarları.
İstanbul’da, öğle saatlerinde hava feci şekilde koptu. Kızılca kıyamet bir fırtına patladı. Ne yağmur rüzgara, ne rüzgar yağmura geçit verdi.

Ofisimin olduğu 32 katlı ikiz kulelerinin 10. katında tüm çalışma arkadaşlarım camın başına üşüştü ve aşağıda karınca misali doğayla mücadele eden insancıkları seyre daldı.
Saatteki hızı 70-75 km olan rüzgarın ettikleri bu gökdelen bölgesinde daha da mı çok hissediliyor ve görülüyordu ne?

Yürümekte bir hayli güçlük çeken hava mağdurları kaplumbağa gibi kafayı içeri çekmeye ve aynı zamanda şiddetli rüzgarda dengede kalmaya çalışıyorlardı.
Az önce dışarıdan gelen bir arkadaş rüzgarla birlikte yolundan savrulduğunu ve açık otoparktaki otomobillerin üzerine yapışmaktan son anda kurtulduğunu yarı komik, yarı endişeli bir şekilde anlatıyordu.
Benden birkaç kilo fazlası olan bu bayan arkadaşım ben ve benzer kilolardaki arkadaşların dışarı çıksa uçmasının kaçınılmaz olduğunu belirtti ve konu espiri sınırlarını zorlayarak uzayıp gitti..:-)
Ben ise son günlerde bendini aşıp yatağından taşan ırmaklar misali edepsizleşen iştahım sebebiyle aldığım kiloları vermek üzere bayram dönüşü kendimi çok ciddi bir disipline sokma niyetinde olduğumu açıklarken garipsenen bu meramımı anlatmakta biraz güçlük çektim.

Havanın koptuğu sıralarda işyerindeki birçok arkadaşım da 9 günlük bayram tatili sebebiyle çıkacakları yolculuk telaşında idiler....

Tam o sıralarda benim telaşım ise bambaşkaydı.

Kulağımda çalan TRT 3- Ankara Radyosu’ndaki “Caz Panoraması “ adlı programdaki tenor saksafon, bariton saksafon, bas ve trompetin tınıları Paris Orkestrası’nın çaldığı “I’ll take romance” adlı parçada tüm notaları ile kulaklarımın pasını alarak içimin orkestrasını şenlendiriyor, bununla birlikte telaşımı kovalayamaya yetmiyordu.

***
10. Katın kuzeye bakan ofisinde rüzgar uğultuları ve saksafon tınıları eşliğinde; yazıların, kelimelerin okur gözünde cinsiyet belirleyici olup olmayacağını ölçmeye çalıştığım bir ankete girişmiştim.
Bir yazardan kopyaladığım satırları görüşlerine inandığım 21 arkadaşıma göndererek bu satırların bir bayan mı yoksa erkek tarafından mı yazılmış olabileceği konusundaki fikirlerini sordum.

Gelen 21 cevaptan;
9’ u “Bayan”
4 ‘ü “Erkek”
Kalan 8’i ise – ki bu seçeneği sunmamama rağmen - “gay” olduğunu düşündükleri biri tarafından yazılmış olabileceğini belirttiler.

Kelimelerin, cümlelerin veya yaptığımız diğer tüm seçimlerin bizi, cinsel kimliğimizi ve görüşlerimizi ne kadar ele verip veremeyeceğini;
Bilinçli ya da tamamem şuursuzca sahiplendiklerimizin dışarıya tuttuğumuz aynadaki yanıltma ya da doğruluk payı hakkındaki etkisini hesap etmeye çalıştım.
Ve aslında 2 senedir doğru bildiğimi zannettiğim bir konudaki yanılma payı olasılığımı....

****
10. katın rüzgarı şiddetini yitirip birdenbire nereden çıktığı belli olmayan güneş belirince, hayatın heran sürprizlere gebe olduğuna açık ve net olarak bir kere daha tanık olmuş oldum.
İstanbul 4 Levent yükseklerinde dinlediğim ajans haftasonu boyunca özellikle Marmara’da şiddetli yağmur ve fırtınanın beklendiğini söyleyerek vatandaşları uyarıyordu.

Ya öngörülemeyen tehlikeler, bunların uyarısını kim yapacaktı?
Veya uyarısız yakalanılan fırtınlar “ben geliyorum” diye bas bas bağırırken adama sormazlar mı senin aklın nerdeydi diye?

Ben susuyorum, söz hakkı sizin.

Yazıya devam edeceğim.

Yazı Tarihi: 26 Eylül 2008